En Beğendiğim 5 Nolan Filmi
Trendlerdeki Yazı

En Beğendiğim 5 Nolan Filmi

Bu yazımızda En Beğendiğim 5 Nolan Filmini sıraladım

Christopher Nolan, modern sinemanın en etkileyici yönetmenlerinden biri olarak, akıl oyunları ve duygusal derinliği bir araya getiren filmleriyle izleyiciyi büyülemeyi başaran bir isim. Onun filmleri sadece birer görsel şölen değil, aynı zamanda zihin açıcı ve izleyiciyi düşündürmeye sevk eden anlatılar sunar. İşte, şahsi olarak en beğendiğim beş Nolan filmi ve bunların üzerimde bıraktığı etkileri derledim. İyi okumalar dilerim.

1. Inception (2010)

İlk izlediğimde aklımı başımdan alan, ikinci izleyişimde her sahnesinde yeni detaylar keşfettiğim ve her seferinde başka bir anlam kazanan bir başyapıt. Rüyaların manipülasyonu üzerine kurulu bu hikaye, basit bir bilim kurgu değil, aynı zamanda hafıza, bilinçaltı ve gerçeğin doğası üzerine bir keşif. Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Dom Cobb karakterinin yaşadığı içsel mücadele ve final sahnesindeki totemin dönüp dönmediği tartışması, filmi yıllarca unutulmaz kılıyor. Hans Zimmer’in müzikleri, özellikle “Time” parçası, filmi izledikten sonra bile zihnimden çıkmıyor. Rüya kavramına bakışımı değiştiren, zaman algımı sorgulatan ve sinemanın ne kadar etkileyici bir sanat dalı olabileceğini gösteren filmlerden biri.

2. Interstellar (2014)

Eğer bilim kurgu duygusal olmaz sanıyorsan, Interstellar’ı izlememişsindir. Zaman, yerçekimi, solucan delikleri gibi bilimsel konuların içerisine öyle bir duygusal yoğunluk katılmış ki, izlerken sadece aklımı değil, ruhumu da sarsan bir film oldu. Matthew McConaughey’nin Cooper karakteri, ailesine duyduğu özlem ve zamanın acımasız ilerleyişi arasında sıkışıp kalıyor. O meşhur “Murph!” diye haykırdığı sahne, film tarihindeki en unutulmaz anlardan biri. Bir de “zamanın göreceliği” meselesi var ki, filmin o ünlü 7 dakikanın dünyada 23 yıla denk geldiği sahnesi, izleyiciye zamanın mutlak bir kavram olmadığını hissettiren en çarpıcı anlardan biri. Görsel olarak büyüleyici, duygusal olarak yıkıcı, zihinsel olarak zorlayıcı bir deneyim.

3. The Prestige (2006)

“Her büyük illüzyon üç aşamadan oluşur” diye anlatılan o meşhur giriş sekansı, filmin senaryosunun ne kadar ustalıkla yazıldığının en büyük kanıtı. Hugh Jackman ve Christian Bale’in oynadığı iki sihirbazın arasındaki rekabet, klasik bir düşmanlık hikâyesi gibi başlarken, film ilerledikçe işin içine daha büyük sırlar ve şok edici bir final giriyor. Filmin başından beri gözümüzün önünde olan detayların, finalde bambaşka anlamlar kazandığını fark etmek inanılmaz bir tatmin sağlıyor. Christopher Nolan’ın zaman ve algıyla oynama yeteneği burada da devreye giriyor. Nikola Tesla karakterinin (David Bowie’nin şahane performansıyla) filmdeki varlığı bile, bilim ve sihir arasındaki çizgiyi belirsizleştiren bir unsur olarak hafızama kazındı. Bu film, her izleyişte farklı bir şey fark ettiğim, her sahnesinde ayrı bir anlam gizleyen bir yapım. İlk izlediğimde filmin ortalarına doğru kafam yanmıştı ve kapatmıştım. Sabredememiştim çünkü film çok karışık gelmişti. Sonra tekrar şans verdim ve o efsane finaliyle birlikte tüm taşlar yerine oturdu. Kesinlikle izlemeniz gereken Nolan filmlerinden biri..

4. The Dark Knight Serisi (2005-2012)

Süper kahraman filmleri denildiğinde genellikle eğlenceli, aksiyon dolu yapımlar akla gelir. Ama Nolan’ın Batman üçlemesi, süper kahraman türünü adeta bir sanat formuna dönüştürdü. Kara Şövalye Üçlemesi’nin tamamı etkileyici olsa da, The Dark Knight (2008) bambaşka bir seviyeye ulaşan bir film. Heath Ledger’ın Joker performansı o kadar iyiydi ki, Joker karakterini sinema tarihindeki en unutulmaz kötü adamlardan biri yaptı. “Why so serious?” repliği, film tarihinin en ikonik satırlarından biri oldu. Batman’in etik ikilemleri, Gotham’ın yozlaşmış yapısı ve kaosun ne anlama geldiği üzerine inanılmaz bir derinlik sunan bir hikâye. Serinin final filmi The Dark Knight Rises (2012) ise, Batman’in bir insan olarak sınırlarını zorlayan, fiziksel ve zihinsel olarak çöküşünü ve yeniden doğuşunu anlatan bir kapanış sundu.

5. Memento (2000) – Hafızanın Kırılganlığı

Christopher Nolan’ın sinema dünyasındaki yükselişini başlatan film diyebilirim. Olayları tersten anlatan yapısıyla izleyiciyi tamamen içine çeken ve hafıza kaybı yaşayan bir adamın gözünden gerçekliğin ne kadar değişken olduğunu gösteren bir başyapıt. Guy Pearce’in canlandırdığı Leonard karakterinin yaşadığı kafa karışıklığını izleyici olarak birebir hissediyorsun çünkü film anlatısını o kadar ustalıkla kurgulamış ki, biz de Leonard gibi olayları parça parça anlamaya çalışıyoruz. Filmin sonunda ortaya çıkan gerçek ise tam anlamıyla şok edici. Zihinsel olarak izleyiciyi yoran ama aynı zamanda hayran bırakan bir deneyim sunuyor. Nolan’ın zamanı bükme konusundaki yeteneği burada en saf hâliyle görülüyor.

Nolan sineması, sadece bir film izlemek değil, bir deneyim yaşamak anlamına geliyor. Zihin açıcı senaryoları, karakter derinliği, görsel ve işitsel mükemmeliyetçiliği ile her filmi bir sanat eseri gibi işlenmiş. Bu 5 film, benim için sadece sinema tarihinin en iyi yapımları arasında değil, aynı zamanda izledikten sonra uzun süre etkisinden çıkamadığım, düşündüğümde bile sahnelerini gözümün önüne getirebildiğim başyapıtlar. Eğer Nolan sinemasına bir yerden başlamak istiyorsan, işte bu beş film tam anlamıyla bir başlangıç noktası olabilir.

  • 3
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    s_per
    Süper
  • 0
    kusucam
    Kusucam
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir